Şentop: Milletimiz en zor şartlarda, kurtuluş ve zafer inşa etmenin yolunu bulmuştur

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Mustafa Şentop, Bin yıl önce olduğu gibi, 100 yıl önce de milletimiz en zor ve namüsait şartlardan, kurtuluş ve zafer inşa etmenin yolunu bulmuştur. Kimsenin zerre şüphesi olmasın ki; bundan sonra da bulmaya tam olarak muktedirdir dedi.

Şentop: Milletimiz en zor şartlarda, kurtuluş ve zafer inşa etmenin yolunu bulmuştur
Yayınlama: 04.09.2022
A+
A-

TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yola ev sahipliği yapmış 4 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi’nin 103’üncü yıl dönümü için düzenlenen kutlamalara katıldı. Kent meydanındaki Atatürk Anıtı önünde yapılan ilk törende Şentop’un yanı sıra Sivas Valisi Yılmaz Şimşek, AK Parti Sivas milletvekilleri İsmet Yılmaz, Mehmet Habib Soluk, Semiha Ekinci, CHP Sivas Milletvekili Ulaş Karasu, MHP Sivas Milletvekili Ahmet Özyürek, Belediye Başkanı Hilmi Bilgin ve il protokolü katıldı. Anıta çelenk bırakılmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu. Daha sonra tarihi kongrenin yapıldığı bugünkü Atatürk ve Kongre Müzesi’ndeki salonda Sivas Devlet Tiyatrosu oyuncularınca hazırlanan kongrenin temsili seyredildi. Ardından müze bahçesindeki tören alanına geçildi.

Burada Belediye Başkanı Hilmi Bilgin, CHP Milletvekili Ulaş Karasu, MHP Milletvekili Ahmet Özyürek ve AK Parti Milletvekili İsmet Yılmaz, kongrenin önemi ile ilgili birer konuşma yaptı.

Daha sonra kürsüye gelen TBMM Başkanı Şentop, Sivas’ın Anadolu’nun İslamlaşması sürecinde yaşanan tarihi hadiselere şahitlik ettiğini, birçok İslam devletinin en önemli merkezlerinden, hatta başkentlerinden birisi olduğunu bildiklerini belirterek, “Sivas, İslam dünyasını içine düştüğü karmaşadan çekip çıkaran, pörsüyen mücadele azmini tazeleyen, umutsuzluğa gark olmuş kitleleri yeniden parlak geleceğe inandıran Selçuklu İmparatorluğu’nun ve haleflerinin de merkezlerinden olmak hasebiyle önemli bir şehirdir. Bu şehrin bizim için bir diğer önemi de bugün burada yıl dönümünü idrak ettiğimiz Sivas Kongresi’ne ev sahipliği yapması, milletimizin varlık-yokluk cehdi olarak cereyan eden Millî Mücadele’nin başlıca uğrak yerlerinden birisi olmasıdır. Üzerinden 103 yıl geçtiği halde Milli Mücadele’nin belirleyici safhalarından birisini teşkil eden bu kongreyi anmamız boşuna değildir. Hele ki; dünyanın ve coğrafyamızın büyük dönüşümlere, şümullü değişikliklere uğradığı günümüzde, 100 yıl önce milletimizin zaferle neticelendirdiği bir büyük mücadeleyi anmak, hakşinaslıktan ve vefalı olmaktan öte, tarihe bir ders olarak yaklaşmanın tabii şartlarındandır” dedi.

‘MESELE VATANSIZ KALMAK MESELESİYDİ’

Birinci Dünya Savaşı’nın, Avrupalı büyük güçlerin bir iktidar ve paylaşım mücadelesi olduğundan bahseden Şentop, “Karlofça’dan itibaren geri döndürülemez bir gerileme ve çöküş devresine giren Osmanlı İmparatorluğu, kayıplarına çare olmak üzere 18’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan, Tanzimat Fermanıyla birlikte devlet programına dönüşen bir modernleşme projesine girişti. Amaç, eski yöntem ve usulleri artık etkili olamayan klasik bir imparatorluğu, modern ve Avrupalı güçlerle mücadele edebilecek bir devlete dönüştürmekti. Osmanlı’nın hummalı, çoğu zaman da plansız ve sarsıntılı modernleşme, orduyu ve devleti yeniden yapılandırma projesi, muayyen ve mevzi başarılar sağlasa da toprak kayıplarını ve ekonomik çöküşü engelleyemedi. Milletimize yaptığı hizmetlerle ve devrini aşan zekasıyla daima hayırla andığımız Sultan Abdulhamid’in zamana yayılmış stratejisi de ne yazık ki; asırların yükünü sırtlanmış ihtiyar İmparatorluğu eski gücüne kavuşturamamış, Osmanlı kalan son gücüyle kendini Dünya Savaşı’nın içinde buluvermişti. Balkan mağlubiyetinin ve peşi sıra sökün eden Rumeli faciasının yaraları henüz tazeyken, Trablusgarp’ta yaşanan hezimet hafızalardan silinmemişken; son darbe Büyük Savaş’ta yenildi. Büyük İmparatorluk çöktü ve daha fecisi, elde kalan son vatan parçası, Anadolu ve Rumeli işgale uğradı. Birinci Dünya Savaşı’nın doğurduğu netice, daha önceki mağlubiyet ve toprak kayıplarını, hatta Rumeli faciasını aşacak kadar hazin, büyük ve trajikti. Milletimiz, kendisini Anadolu’dan atma ideali söz konusu olduğunda aralarındaki bütün ihtilafları bir kenara bırakıp birleşen Avrupa devletleri karşısında mağlup, çaresiz, müttefiksiz bir biçimde kalakalmıştı. Mesele artık toprak kaybetmek ve bunun acısına katlanmak değil; vatansız kalmak meselesiydi. Bu tablo karşısında dönemin bir muharririnin Anadolu’yu düşünürken Endülüs’ü hatırlaması, edebi ve tarih, bir çağrışım değil; hakikatin bizzat kendisiydi. Tarihe nizam, coğrafyalara intizam vermekle maruf bir millet, bir arslanın sonu kafeste hapsedilmek olan kıstırılmışlığıyla yüzleşmek zorundaydı. 1919’da manzara, iyimser olmaya imkan tanımayacak kadar karanlıktı ve millet hem yorgundu hem de umutsuzdu. Fakat bir yandan da savaş kaybedilmiş olsa da Avrupa’nın mütemadiyen öne çıkardığı, propagandasını yaptığı uluslararası hukuk ve devletler arası ilişkilerde hakkaniyet prensiplerinin mağlup devlet olsa bile Türkiye’ye uygulanacağını bekleyenler vardı. Bu beklenti; İzmir’in işgaliyle derin bir öfkeye, harim-i ismetine el uzatılmış namuslu insanlara özgü bir infiale dönüştü. Meselenin mağlup bir devleti cezalandırmaktan ziyade tıpkı Rumeli’de olduğu gibi Anadolu’nun da İslamsızlaştırılması, Türksüzleştirilmesi olduğu anlaşıldı. Fakat ne yapmalı, hangi yolu tutmalı, işgal ve izmihlalden istiklale nasıl ulaşılmalıydı? Milli Mücadele dediğimiz varlık-yokluk mücadelesi, işte bu ‘nasıl’lara, arayışlara verilen destansı cehdin, cesur karşı koyuşun toplamıdır” diye konuştu. 

‘MİLLİ MÜCADELE’NİN MİLLETİN AZMİ İLE NİHAYETE ERECEĞİ İLAN EDİLMİŞTİR’

İzmir’in işgaliyle anlaşılan tehlikenin büyüklüğünün tüm Anadolu ve Rumeli’deki milleti benzer ayağa kaldırdığını ifade eden Şentop, şöyle devam etti:

“Bu infialde İzmir’in Avrupalı güçlerin terbiye sopası haline gelen Yunanlılar tarafından işgal edilmesi de özellikle etkilidir. Kabul etmek gerekir ki; kendisine hiçbir bakımdan denk görmediği, harp ve mücadele terbiyesinden yoksun bir topluluk olan Yunanlıların işgaline uğramak, milletimizin onuruna dokunmuştur. Hal böyleyken işgal ve ilhak bir acı hakikat olarak ortaya çıkmışken, mücadele azmi vatan sathına yayılmış, en etkili şekliyle Gazi Mustafa Kemal ve bir grup arkadaşının Samsun’a çıkışında tecessüm etmiştir. Önce Amasya Tamimi ilan edilir. 22 Haziran 1919’da şekillenen Amasya Tamimi’nde ‘Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır’ denilmek suretiyle milli iradeye vurgu yapılır. Yine Amasya Tamimi’nin gizli maddesi; Sivas’ta toplanacak kongrenin bir milli meclise dönüşmesini öngörmektedir. Amasya Tamimi, tıpkı Milli Mücadele gibi, milletin kurtuluş fikrinin tezahürüdür. Nitekim 13 Haziran 1919’da Sultan Bayezid Camii’nde, Hoca Abdurrahman Kamil Efendi vaazında şöyle demektedir; yegane çare-i halas, halkın doğrudan doğruya hakimiyeti eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız. Aslında bu sözler, ‘Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır’ tespitinden başka bir şey değildir. Erzurum Kongresi, bölgesel bir nitelik taşıyor görünmekle birlikte önce Sivas Kongresi’nin, ardından Büyük Millet Meclisi’nin açılmasının hazırlığıdır. Bu hazırlıklardan sonra nihayet 4 Eylül 1919’da Sivas’ta milli ve umumi bir kongre toplanmıştır. Türkiye’nin önce işgalden kurtuluşunu sağlayan, ardından sonraki 103 yılı belirleyen mimari, burada, bu şehirde gerçekleşmiştir. Öncesi, cereyanı, içerdiği tartışmalar ve sonuçları bakımından milletimiz ve devletimiz açısından önemli sonuçlar doğuran Sivas Kongresi’yle ilgili iki hususa, bugüne de ışık tutan ve hatırda tutulmayı hak eden taraflarından ötürü değinmek istiyorum. 4 Eylül’de 1919’da açılan ve toplam 8 oturumda 11 Eylül’e kadar çalışmalarını yürüten Sivas Kongresi’nin en hararetli kısmını, bilindiği üzere, manda ve himaye tartışmaları teşkil etmiştir. İstiklal-i tam gayesinin tahakkukuna yönelik direnişi en açık ve kararlı haliyle ortaya koyan bir beyanname ile neticelenen bu kongre, Milli Mücadele’nin muhtevasını, ruhunu ve gayesini ortaya koymuştur. İfade ettiğim gibi Sivas Kongresi’ne katılan delegelerin bir kısmı, Amerikan mandasını, içine düşülen durumdan çıkış için en uygun yol ve çare olarak görmektedir. Amerikan mandasını yahut müzaheretini en şiddetle savunan Kara Vasıf, kongrede yaptığı konuşmada, ‘Bütün devletler bizi tamamen müstakil bırakacaklarını bile söyleseler gene müzaherete, mandaya muhtacız. Dört-beş yüz milyon lira borcumuz vardır. Bizim varidatımız bunun faizine bile kafi değildir. Bunun için, müstakil yaşamaya maliyemiz müsait değildir’ diyordu. Sivas Kongresi’nde ateşli tartışmalara sebebiyet veren manda, himaye ve müzaheret meselesi, istiklal-i tam taraftarı delegelerce reddedilmiş. Mücadelenin herhangi bir devletin himayesine sığınarak değil; milletin azim ve kararlılığıyla nihayete erdirilebileceği ilan edilmiştir. “

‘VATANA HİZMET EN ÇOK KAHRAMAN MİLLETİMİZİN EVLATLARINA YAKIŞIR’

Manda ve himaye taraftarlarının en üst perdeden fikirlerini beyan ettiği Sivas Kongresi’nde istiklal haricinde bir kurtuluş yolu kabul etmeyen delegelerin sonucu belirlediğine dikkat çeken Şentop, “Bunlardan birisi de henüz 18-20 yaşında olan Tıbbiyeli Hikmet’tir. Tıbbiye’de 3’üncü sınıf talebesiyken Sivas Kongresi’ne İstanbul talebelerini temsilen katılmıştır. Manda tartışmalarının hararetle sürdüğü bir günün akşamında Tıbbiyeli Hikmet, birçok delegenin bulunduğu bir ortamda Mustafa Kemal Paşa’ya infial ve heyecan ile şunları söyler; paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle ret ve takbih ederiz.  Farz-ı muhal manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil; vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz. Sivas Kongresi’nde, genç yaşına rağmen ateşli bir üslup ve davasına inanmışlara özgü bir pervasızlıkla kanaatini en üst perdeden ifade eden Tıbbiyeli Hikmet’in vatanperverliğinden gençlerimizin alacağı dersler vardır. Vatan ve istiklal söz konusu olduğunda eğitimini yarım bırakıp Ankara’ya koşan, Ankara’da zorluklara rağmen yürütülen tıbbi çalışmalara katılan, en namüsait şartlar altında geliştirilen tifüs aşısına gönüllü olan ve henüz 21 yaşındayken Büyük Taarruz’da cephede yer alan Hikmet Boran’ın kararlılığı, vatanseverliği ve fedakarlığı bu milletin gençlerine örnek olmalıdır. Zira, şahsi ikbalini değil; vatana ve millete hizmeti gaye edinmek, en çok kahraman milletimizin evlatlarına yakışır.”

‘BAŞKA DEVLETLERİN HİMAYESİNİ ESAS ALANLAR GAFİLLERDİR’

Sivas Kongresi’nin toplandığı 4 Eylül 1919’da tarihe gafleti ve ihanetiyle kaydedilmiş Damat Ferit’in bir Fransız gazetesine verdiği mülakatta, henüz filizlenen Milli Mücadele’ye karşı küçümseyici tavrını ortaya koyduktan sonra kendisine, yabancı bir devletin mandasına nasıl baktığı sorulduğunda, ‘Hiçbir kabine ve hiçbir Osmanlı hükümeti manda sözünü bile işitemez. Biz tamamen hür bir milletiz ve böyle kalmak arzusundayız. Mütareke hükümlerine riayet ediyoruz ve Avrupa’ya itimadımız tamdır’ cevabı verdiğini hatırlatan Şentop, şöyle dedi:

“Eğer sadece sözlere, beyanatlara, demeçlere bakacak olursak, gafleti ve ihaneti tescilli Damat Ferit’in bu sözleri, sureta masum görünmektedir. Oysa vatanseverlik, milletten ve istiklalinden yana olmak, devletin bekasını gözetmek söz değil; eylem ve icraat meselesidir. Bir kimsenin tam bağımsızlık prensibine, milli şerefe ne ölçüde taraftar ve riayetkar olduğu, ancak ve ancak milletin ve devletin lehine takındığı tavırla ölçülebilir. Damat Ferit gibi milletin ve devletin vazgeçilemez önceliklerini ve istiklalini değil; başka devletlerin adaletini, himayesini esas alanlar, hangi iddiada bulunurlarsa bulunsunlar, vatanseverlikten nasipsiz gafillerdir. Bu sözleri sarf etmek, 103 yıl önce bu şehirde istiklal-i tam gayesiyle toplanan öncülere karşı ihmal edilemez vazifemizdir. Milli Mücadele’yi muazzez, kadrolarını muteber; Damat Ferit ve benzerlerini gafil ve hain kılan husus, işgal ve tasallut karşısında kurtuluşu aradıkları merci, takip ettikleri yöntemdir. Milli Mücadele ve kadroları, ‘Vatanı, milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır’ derken; gaflet ve ihanet batağına saplanmış olanlar, çareyi milletimizin şerefini ve tarihini yok sayarak, büyük devletlerin insafında aramışlardır. Sivas Kongresi’ni de kapsayan Milli Mücadele’yi geçmişte kalmış bir hadise olarak değil de milletin bağrından çıkmış şerefli bir kıyam olarak görüyor ve onun hala var olduğuna inanıyorsak, vatanseverlik ölçümüzü yeniden belirlemeye mecburuz. Hakiki vatanseverlik, ‘Vatanın işgaline karşı savaşmayı değil; büyük devletlerin adaletine ve insafına sığınmayı tercih etmeliyiz’ diyen gafillere karşı, ‘Hiçbir devlet, milletimizin şerefinden daha büyük değildir’ cevabını verebilmektir. Milli Mücadele’nin ruhu, Sivas Kongresi’nin manası işte bu cevapta gizlidir.”

‘MİLLETİMİZ, EN ZOR ŞARTLARDA ZAFER İNŞA ETMENİN YOLUNU BULMUŞTUR’

Sivas Kongresi gibi tarihe yazılmış önemli olayları anmanın, sadece milletin ve gençliğin hafızasını tazelemek için yapılmadığını kaydeden Şentop, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bu anmalar, bu anmalar vesilesiyle ortaya koyduğumuz tavır, Türkiye’yi düşman görenlere de bir hatırlatmadır. Şu iyice bilinsin ki; milletimiz inancımızın gereği olarak tarihin hiçbir döneminde savaşı çağıran, çarçabuk çatışmaya giren taraf olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Fakat millet olarak bir hususiyetimiz de savaştığımızda ve çatışmaya girdiğimizde, en munisimizin içinden bir cengaverin, en sakinimizin içinden bir Hz. Ali’nin zuhur etmesidir. Yeri gelmişken Prof. Mehmet Akif Okur’un işaretiyle, Büyük şair ve mütefekkir Yahya Kemal’in ‘Eğil Dağlar’ isimli kitabına değinmek isterim. Bu kitap, Milli Mücadele’nin kıymetli bir tarihidir; bilgi ve fikir yoluyla yapılmış büyük bir vatan hizmetidir. Nihat Sami Banarlı’nın ifadeleriyle, ‘Bu kitabın adı, 1897 Harbi’nde, gönüllü Türk askeri koymuştu. Gazi Edhem Paşa ordularının, o Yunan bozgununda, Atina’ya doğru zaferle yürüyüşüne katılan bu asker, hızla aştığı dağlarda ‘Eğil dağlar eğil, üstünden aşam, Yeni talim çıkmış, varam, alışam’ türküsünü söylüyordu. Eğil Dağlar’ kitabı adını bu türküden aldı. Bu kıymetli kitapta Yahya Kemal, cephelerdeki durgunluk, sessizlik ve hazırlıkların uzaması sebebiyle Büyük Taarruz’dan önce ortaya çıkan gerginlik esnasında, inandığı büyük hakikati çarpıcı bir şekilde dile getirir. Arslan gerilir de öyle atlar ve öyle muzaffer olur. Engin bir tarih düşüncesi, bir milletlerarası münasebetler bilgisi ve büyük bir tefekkür kabiliyeti, bir vatan şairini işte bu çarpıcı neticeye ulaştırmıştır. Bin yıl önce olduğu gibi, 100 yıl önce de milletimiz, en zor ve namüsait şartlardan, kurtuluş ve zafer inşa etmenin yolunu bulmuştur. Kimsenin zerre şüphesi olmasın ki; bundan sonra da bulmaya tam olarak muktedirdir. Bu şuur ve inançla, 103 yıl önce Anadolu’daki varlığımızın sembol şehri Sivas’ta bir araya gelerek, şerefli bir gelecek için mücadele hattını çizen, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve mücadele arkadaşları olmak üzere bütün şehitlerimizi, ahirete intikal eden gazilerimizi rahmetle anıyorum ve kahraman Sivas halkı nezdinde asil milletimizin her bir ferdini hürmetle selamlıyorum.”

Şentop’un konuşmasının ardından Milli Savunma Bakanlığı Mehteran Takımı mini konser verdi. Aynı zamanda Türk Hava Kuvvetleri’ne ait 3 muharip uçak da kent meydanında gösteri uçuşu yaptı. Program, hatıra fotoğrafı çekimiyle son buldu.

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.