TKP: “Seçmen Alternatif Üretildiği İçin CHP’ye Yönelmedi”

TKP Genel Sekreteri Okuyan, “31 Mart seçimlerinde seçmen, hükümetin ekonomik politikalarına alternatif üretildiği için CHP’ye yönelmedi. AKP’ye benzemiş olduğu için tercihini kullandı.

TKP: “Seçmen Alternatif Üretildiği İçin CHP’ye Yönelmedi”
Yayınlama: 11.04.2024
Düzenleme: 12.04.2024 00:19
A+
A-

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan soL Portal’ın sorularını yanıtladı.

TKP’nin seçimlerin hemen ardından yaptığı “Yalancı Bahar” açıklaması, sermaye sınıfının tercihleri, komünistlerin bağımsız bir güç haline gelme gerekliliği başlıklarına değinilen şöylesinin tamamı şöyle:

31 Mart yerel seçimlerini takip eden günleri, seçimden hemen sonra TKP’nin yaptığı açıklama ve daha sonrasında sizin TKP’nin Sesi’nde yayınlanan programda söyledikleriniz açısından değerlendirmeniz mümkün mü?

Bugün haftalık programınız olmadığı için bu söyleşiyi gerçekleştiriyoruz. Sizi şaşırtan, öngörmediğiniz bir gelişme yaşandı mı seçimi takip eden günlerde?

Bir siyasi parti öngörülerde bulunabilir, bulunmalıdır da… Ancak bu öngörüleri sağlama aldığınız, onları besleyen güçlü verilere sahip olmanız gerekir. Eğer siyasal gelişmeleri, toplumsal dinamikleri kendi kurgunuza göre eğip büker, somut durumu hazırladığınız modele hoyratça uydurmaya çalışırsanız, bu öngörüler elinizde patlar, size zarar verir. Bu anlamda TKP seçimden sonra son derece ihtiyatlı değerlendirmeler yaptı, elde ettiği bulguları sahadan gelen gözlemlerle birleştirdi ve partinin ideolojik-siyasi birikimine uygun sonuçlar çıkardı.

Bu sonuçların daha çok bir uyarı niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Nedeni neydi bu uyarıların?

Tekrar ediyorum, TKP acele, kestirme ve kolaycı değerlendirmeler yapmamaya özen gösteren bir parti. Hatta öyle ki, bazı olaylara tepki verirken geciktiğimiz için eleştiriliyoruz. Bazı örneklerde görünen ile meselenin özü arasında ciddi açı olabiliyor. Ancak partimizin seçimden hemen sonra yapmış olduğu açıklama, seçim öncesi ve sonrasını birbirine bağlayan, bu anlamda bir süredir işaret ettiğimiz doğrultuyla uyumlu bir içeriktedir. Ve dediğiniz gibi bir uyarı amacını da taşımaktadır. Başka türlü “Yalancı Bahar” gibi bir başlığı tercih etmezdik.

Uyarma ihtiyacı da yeni değil. Bakın, AKP çok uzun bir süredir inandırıcılık sorunu yaşıyor. İnsan hak ve özgürlükleri konusunda, dış politika konusunda, tarikatlar konusunda, eğitim konusunda… Son yıllarda hayat pahalılığı sürdürülebilir bir sorun olmaktan çıktı emekçi kitleler açısından. Dolayısıyla toplumsal hareketleri geçtim, sadece seçim bazında alırsak, AKP’nin seçmen tabanında gözle görülür bir daralmanın ortaya çıkması beklenirdi. Bugün için demiyorum, bu daralma yıllar önce gerçekleşmeliydi. Gerçekleşmeliydi çünkü AKP, yıllarca hizmet ettiği büyük sermaye dahil olmak üzere, toplumun tüm sınıf ve katmanlarını, farklı farklı nedenlerle, içine alan bir hoşnutsuzluk kaynağı haline geldi. Emperyalist merkezler ve sermaye sınıfımız 12-13 yıldır bu hoşnutsuzluğu yönetmek ve istedikleri yere bağlamak için her şeyi yapıyor. İşçi sınıfı örgütlü bir biçimde kendisini hissettirmediği, yoksul halk kitleleri edilgen olduğu oranda bu hoşnutsuzluk AKP’yi yenecek bir güce ulaşamadı. Burada Gezi aykırı bir parantezdir ancak genel gidişatı değiştirmemiş, tersine söz ettiğim yönetme çabalarını hızlandırmıştır.

Kontrolsüz bir toplumsal tepkiden korktuklarını mı söylüyorsunuz? Yani AKP’ye kızıp radikal arayışlara girilmesinden…

Benim bildiğim, egemen sınıfların en büyük açmazıdır bu. Kendilerine çok yarayan, kendilerine büyük kârlar ettiren hükümetlerin yıpranmışlığının ve kafasızlığının büyük toplumsal altüst oluşlara yol açması. Yıllar içinde sayısız araç ve yöntem geliştirdiler bunu engellemek için. Türkiye burjuvazisi de bu konuda epey deneyimli.

O halde AKP’nin 31 Mart seçimlerindeki başarısızlığını sermaye çevrelerinin belli bir seçeneği ya da senaryoyu olgunlaştırmasına mı yormalıyız? Her şeyi bu kadar belirleyebiliyorlar mı?

Emekçi halk örgütsüzse, devrimci seçenek ağırlığını koymamışsa, sermaye sınıfı ve emperyalist merkezlerin siyaset alanını şekillendirme yeteneği şaşırtıcı bir biçimde artıyor. Sanıyorum bunun mekanizmalarına ilişkin toplumu daha fazla bilgilendirmemiz gerekecek. Hatırlayalım, 2023 Genel Seçimleri öncesinde toplumun bir kesiminde ortaya çıkan iyimser beklentiyi. O sıralar biz bir yandan siyasi iktidara karşı mücadeleyi sağlıklı bir çizgide güçlendirmek için uğraşırken diğer yandan da halkı hayal kırıklığına yol açabilecek bir sonuca hazırlamaya çalışıyorduk. Çünkü iyimserliği yayan mekanizmalarına  hangi elin değdiğini, aynı elin seçim yaklaşırken AKP ile belli başlıklarda uzlaştığını ve yola Erdoğan ile devam etme kararı aldığını biliyorduk. 2023 seçimlerine giden süreçte muhalefet tamamen istenen çizgiye geldi, AKP ile muhalefet arasındaki ayrımlar silikleşti ve hep söylediğimiz gibi, Erdoğan kendisini seçeneksiz olarak görmediği için ABD-İngiltere-Almanya üçlüsü ve TÜSİAD sermayesinin canını sıkan başlıkları azaltmak zorunda kaldı.

2023 seçimlerinde çokuluslu tekellerin Erdoğan’la devam etmek istediğini söylediniz. Peki seçmen davranışını nasıl yönlendiriyorlar?

Yayınlanmayan kamuoyu araştırmalarında bu gözüküyordu zaten. CHP yönetiminin de bu sonucu bildiğine dair bazı haberler çıktı hatırlarsanız, ben bunun doğru olduğunu düşünüyorum. 6’lı Masa’nın verdiği görüntü deprem ve hayat pahalılığı nedeniyle güvenli liman arayan yoksul kitleleri ikna etmedi. Bu görüntünün yapısal nedenleri var ama dışarıdan küçük ve sonuç alıcı dokunuşlar da gerçekleşti. Öte yandan 2023 ile 2024 seçimleri arasındaki en önemli fark AKP’nin içidir. Genel Seçimlere giderken AKP’de yaşanması beklenen çözülme gerçekleşmediği gibi parti büyük oranda konsolide oldu. Yerel Seçimler öncesindeyse bürokraside ve parti içinde işi sabotaja vardıran çatlak sesler duyuldu. Bu seslerin sahiplerine baktığınızda büyük sermaye ile fazlasıyla içli dışlı olduklarını görürsünüz. Tarikatlarda da ciddi bir hareketlenme oldu, yerel ve ulusal ölçekte seçmen davranışını etkileyen oynamalar gerçekleşti. Biraz tepeden baktığımızda, siyasi iktidarı sağlama alan sermaye sınıfının yerel yönetimler üzerinden Erdoğan üzerinde bir denge, denetim ve baskı mekanizması kurmaya ve 2028 seçimleri için İmamoğlu’nun önünü açmaya karar verdiğini görüyoruz.

Sermaye sınıfının ve emperyalist merkezlerin niyetlerinden, oyun kurma yeteneklerinden söz ediyorsunuz. Peki halkın tercihlerinin hiç mi önemi yok. Halk AKP’yi cezalandırmadı mı?

Olmaz olur mu? Yoksul halk kesimlerinin bir arayışta olduğu ortada. Üstelik insanlar ekonomik güçlüklerin zenginleri etkilemediğini de fark etmeye başladı. Toplumun çok geniş bir kesiminde “aynı gemideyiz” yalanı inandırıcılığını yitirdi. Bu tepki ve arayış elbette sandığa yansıdı. Ancak sözünü ettiğimiz kesimler alabildiğine örgütsüz ve hareketsiz. Bu koşullarda sermaye sınıfının ve en geniş anlamıyla devletin elinde bu tepkilerin CHP ya da başka bir partiye kanalize olmasını engelleyecek araçlar olduğunu düşünmemek saçma. Herkes bu araçların bütünüyle AKP’nin einde olduğunu sanıyor. Böyle değil. Son dönemlerin en gerilimsiz, sakin seçimlerinden biri gerçekleşti. Türkiye tablosunu belki kimse göremedi ama bu İstanbul ve Ankara’da aranın İmamoğlu ve Yavaş lehine açıldığını herkes görüyordu. Buna müdahale edilmedi.

Peki sermaye sınıfı neden CHP’nin önünü açtı?

Kimileri CHP’yi emek örgütü filan olarak görüyor, şaşkınlık içindeyim. CHP içindeki ilerici, yurtsever unsurlara ve tabanındaki halk kesimlerine rağmen, büyük sermayenin partisidir. Ve bu yeni bir olgu değildir. Birden fazla nedenle bugünkü düzenin güçlü bir CHP’ye ya da benzer misyonlarla hareket eden bir partiye gereksinimi var. AKP Türkiye siyasetinde yeni standartlar geliştirdi. Şu anda CHP bu standartları büyük ölçüde kabullenen bir çizgiye geldi. Patronlar için bu yaşamsal bir konu. Çünkü bizim AKP karanlığı olarak adlandırdığımız uzun dönem onlar için muazzam kazanımlarla dolu. Sermaye çevrelerinin CHP’nin içinde öne çıkan İmamoğlu, Yavaş gibi aktörlerin bu kazanımlara dokunmayacağından emin olmaları için çok neden var. Koç Grubu’nun İmamoğlu’nun arkasında inatla durması basit bir konu değil. Evet Koç’a dokunmak neredeyse imkansız bugünkü düzende ama bu aile İmamoğlu’nun arkasında dururken bazı riskler aldı. Neden acaba?

Öyle diyorsunuz ama burada ismi çok geçen Ali Koç’un, Fenerbahçe Başkanlığı sırasında, özellikle son dönemde ne yaptığı pek belli değil. Fenerbahçe camiasında da çok eleştiriliyor. Böyle bir aktör Türkiye siyasetinde gerçekten bu kadar etkili mi?

Bakın ben ne sermayeye ne başka bir oluşuma, ülkeye ya da kişiye şaşmaz bir üst akıl yakıştırıyorum. Buradaki sorun işçi sınıfının örgütsüzlüğüdür. Ali Koç ya da başkasını fevri, düşüncesiz bulabilirsiniz ama onun muhatapları da öyle. Her yeri çürüten kapitalizm kendi aktörlerini de aşağıya çekiyor elbette. Ama yine de kolektif olarak sermaye sınıfının bir aklı var ve o akıl karşısındaki emekçi halk örgütlü olmadığı için şu anda ülkenin kaderini ne yazık ki bu akıl belirliyor. Bir de hatırlatırım, Koç ailesinin en etkili ismi değil Ali Koç.

Bu dört yılı AKP ve CHP uzlaşısıyla mı geçireceğiz? Niyetleri bu mudur?

Son on yılda birkaç kez böylesi bir uzlaşının yanına gelindi. Pazarlıklar, görüşmeler yapıldı. Olmadı. Erdoğan elini güçlendiren hamleler yaptı, ayrıca uluslararası konjonktür de buna izin verdi. Ancak şimdi Erdoğan yorgun, inandırıcılığı azaldı ve Türkiye bir süredir IMF politikaları uyguluyor. Sermaye sınıfı bu politikalar uygulanırken sert bir muhalefet, yani Mehmet Şimşek çizgisinin sorgulanmasını istemiyor. CHP ise Mehmet Şimşek çizgisini kendisi bakan olmadan savunmaya başladı, Şimşek bakan olduğunda da bayağı tezahürat yaptılar, destek oldular. Bu çizgi AKP’nin yerel seçimlerdeki oy kaybının en önemli nedenlerinden. Dolayısıyla Erdoğan’ın önümüzdeki birkaç yıl muhalefetin yapıcı tutumuna şiddetle ihtiyacı var. CHP ben bu rolü oynarım demekle meşgul. Erken seçim talebini dile getirmiyor, uzlaşı, saygı gibi kavramlarla bir siyasi yumuşama doğrultusunda inisiyatif almaya çalışıyorlar. Özetle Türkiye’de daha “sakin” bir dönem için bir zemin oluşmuş durumda.

Peki bu mümkün mü? Yani evdeki hesap çarşıya uyar mı?

Bu hesabı zorlayacak bir sürü faktörden söz edebiliriz. Zorlayacak, hatta çökertecek… Öncelikle hayat pahallılığına dönük şikayetlerin bir toplumsal hareketlenmeye ve daha farklı arayışlara yol açması. Bu sol olabilir ama bu AKP dışı milliyetçi ya da İslamcı hareketler de olabilir. Bakın parti aidiyeti zayıfladı Türkiye’de. Kişiler öne çıkıyor. Bu anlamda daha kolay yer değiştirmeler olabilir. Şu anda tepkilerin toplumu sola kaydırdığına dair bir işaret yok. Daha çok, bütün vidaların gevşeyip yerinden oynadığını söyleyebiliriz. Bu toplumsal kıpırdanmalar CHP tarafından kötürümleştirebilir ya da ortada bırakılarak popülist sağın yeni aktörlerine alan açılabilir. Kuşkusuz hem iktidar hem CHP toplumu oyalamak için her şeyi yapacak ve ısrarla 2028’i işaret edecek, topluma sandıkta randevu kesecekler. Ama dediğim gibi bu kurgu bozulabilir çünkü halkın üzerindeki yük çok ağır. Bir de bölgesel aktörler var. Sermaye uzlaşınının Amerikancı bir doğrultusu olacak ve doğal olarak bu doğrultudan hiç haz etmeyecek, sürece belli ölçülerde taş koyabilecek Rusya ve İran’ı not etmemiz gerekiyor.

Az önce toplumdaki arayışın sola yönelebileceğini söylediniz. Bu gerçekten mümkün mü? Nasıl olacak?

Sol değil de komünistlerin perspektifiyle bakacak olursak, önümüzdeki dönemin CHP’nin prizmasından değerlendirilmesi yanlışından uzak durulursa, değerlendirilebilecek, değerlendirmemiz gereken büyük bir olanak var. Toplumun yoksul kesimleri kıpırdanıyor, taşlar yerinden oynamaya başladı. Ancak bu sürecin önce CHP’ye sonra devrimci bir doğrultuya türü bir mekaniği olmayacak, olamaz da.

31 Mart seçimlerinde seçmen ideolojik çizgisi olan, hükümetin ekonomik politikalarına alternatif üreten bir CHP’ye değil, AKP’ye benzeyen ve nabza göre şerbet veren bir CHP’ye yöneldi.

Burada yüzünü sola dönmek yok, en güçlü ve göz önünde olan seçeneğe yönelme var. Bizim görevimiz siyasi iktidara karşı mücadelede öne çıkmak, emekçi halkın üzerindeki ekonomik baskıya karşı direnci örgütlemek ve CHP kadar Yeniden Refah, Zafer Partisi gibi başka partilere eğilim göstermeye başlayan yoksul kitlelerin siyasi ve ideolojik referanslarının zayıfladığını, bu fırsatın her zaman ortaya çıkmayacağını bilerek hareket etmektir. Eğer komünistler CHP’nin gölgesinin tamamen dışına çıkmaz ve bağımsız bir güç olarak kendilerini kurgulamazlarsa  sonuç büyük hüsran olur.

CHP’nin yakaladığı etkiyle yoksul kesimlerdeki kıpırdanmayı daha da cesaretlendirmesi, onları kovuklarından çıkarması ve devrimci hareketlerin de etkisiyle kitlelerin daha öteye yönelmesi mümkün değil mi?

Az önce de söyledim, böyle bir mekaniği yok toplumsal mücadelelerin. CHP’nin etkisi altına giren halk kesimlerinin “evet ama yetmedi” diyerek devrimcileşmesi mümkün değil. Bugün yapacağımız en büyük hata CHP’ye yedeklenmiş, onun açacağı kanallarda güçlenmeyi hedefleyen bir görüntü vermek olur. Komünist hareket ya ben hepsinden farklıyım diyecek ve dediğini kanıtlayıp emekçiler arasında hızla mevzi elde edecek ya da düzen siyasetinin içine yerleşerek bir dönemin geçmesini bekleyecek. TKP yıllardır kendi bağımsızlığını korumayı tercih etti ve düzen siyasetinin sınırları içindeki bir güçlenme stratejisinden uzak durdu. İşçi sınıfı içindeki mevzilerini ve etkisini istediği noktaya taşıyamadı belki ama sözünü ettiğim bağımsız çizgiyi hep canlı ve etkili tuttu. Sonuçta sınavımız bu bağımsız çizgi üzerindedir. CHP’nin ardında durup rol kapmaya çalışmak TKP’nin ölüm fermanı olur. Biz bunu yapmayacağız.

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.