1980 yılından sonra ekonomik gelişme ve çağdaş kentleşme adı altında çarpık bir kentleşme başladı. Dünyanın en büyük köyü Adana da kuzey Adana adı ile kentin kuzeyi beton yığınlarıyla doldu. 12 Eylül darbecisi Kenan Evren ve liberal ekonominin babası Özal adlarını taşıyan iki büyük bulvara isim babası oldular. Adananın ilk kurulduğu Seyhan nehri yeni kuzey Adana […]
1980 yılından sonra ekonomik gelişme ve çağdaş kentleşme adı altında çarpık bir kentleşme başladı. Dünyanın en büyük köyü Adana da kuzey Adana adı ile kentin kuzeyi beton yığınlarıyla doldu.
12 Eylül darbecisi Kenan Evren ve liberal ekonominin babası Özal adlarını taşıyan iki büyük bulvara isim babası oldular. Adananın ilk kurulduğu Seyhan nehri yeni kuzey Adana ya küser gibi çok uzaklaştı. Adana fakirin, fukaranın geçim şehri Çukurova’nın bereketli topraklarının kentiydi. İlk karpuz orada yetişir, Portakal, Pamuk çırçır fabrikaları derken sanayinin ilk geliştiği kentin adıydı da. Hacı Ömer Sabancıların, Sapmazların, Akbank ve Pamuk Bankın yani paranın şehriydi. Aç kalan bereketli topraklara iner zenginin çulunun döküntüsü fakire yeterdi.
Kuzey Adana diye yeni bir kent inşa edilmeye başlandı ki, dillere destan, on katlı, yirmi katlı apartmanlar dikili verdi birden. Şehir yeni Adana ya göç etmeye başlayıp Adananın ilk mahalleleri ıssız bir terk edilmiş Meksika kasabalarına dönmeye başladı.
Bu ilk kurulan mahalleler Hürriyet, Dağloğlu Büyük Saat, Galagapısı civarı gibi mahaller Güney Doğudan gelen Kürt ve başak etnik gurupların kümelendiği yerler oldu. Aslında Adananın ilk yerli kültürü Rum ve Ermenilerden bu gün tek eser yok. Bir Bebekli Kilise var o da bütün arsa ve bahçeleri, dükkânları çarşısı gasp edilmiş esas yerliler buharlaşıp kaybolmuşlar. Adananın demografik yapısı, kültürü ve kendine has gelenekleri kaybolmuş yerine hiç alakası olmayan bir garip halli çarpık, çurpuk bir yaşam hâkim olmuş.
Bu kuzey Adana sadece Müteahhitlerin keselerini dolduracak acayip abartılı binalarla doldurulmuş. Hiçbir plana, hiçbir estetik güzelliğe sahip olmayan göz düşmanı bir betonlaşma başlamış. Özalın benim Memurum işini bilir diyerek özendirdiği rüşvet ve kanunsuzluk ben yaptım cuk oturdu gibisinden her kanunsuzluk kanun ve yasa olu vermiş. Koskocaman apartmanlar siteler yapılmış ama oraya gidecek yol, sokak kaldırım yok. Nereden gidersen git, çıkmaz yolun, çıkmaz sokağın eğri büğrü kıvrım, kıvrım olan bir beton yığınlarının deposu oluvermiş.
Bin metrelik arsaya dokuz yüz metre bina yapılmış. Öyle bir yoğunluk verilmiş ki hiç kimsenin aklı ermiyor, binanın
bodrumu otopark yapılıp ne bahçe, ne oyun, spor sahası vs hiçbir şey yok. Akşam olunca herkes aracını nereye park edeceğini düşünürken yabancı araçlar giremez ve park edemez yazısı her yere yazılıvermiş. Misafir olarak apartmana gelenlerin araçları apartman bahçesine girmesi yasak çünkü ne bahçe ne de otopark zaten yok. Oturacak park, çocukların ve gençlerin oyun oynayıp eğleneceği oyun alanları yok.
Yeşil alan tek bir ağaç dikilecek kara toprak parçası bulmak zordan zor. Birde bu apartmanların yüzde yetmişi iskânsız yani bu inşaat tarifesinden çok pahalı Elektrik ve Su faturası demek ki içler acısı. Şimdi arsa sıkıntısında kutucuk evler yapılıyor, bu evlerin hiçbir mimari özelliği olmadığı gibi ev demeye bin şahit gerek. Bir apartmanda her kata dört daire yapıp, tek yön var güneş, rüzgâr Allah vere. Hiçbir kanuna, yasaya, plana ve kentleşmeye uymayan garip bir kentleşme ki Türkiye’nin en pahalı evleri Adana da. Tek adam yönetimi her şeyi tek elde toplayıp, seçimle iş başına gelen belediyeleri tavsiye edip servis dışı ilan etmiş.
Her şey Şehircilik bakanlığına bağlanmış, köyler şehrin mahallesi olup Muhtarlıklar işlevsiz hale getirilmiş. Parlamentoda yüzlerce vekil, yüzlerce Belediye başkan ve meclis üyesi, Muhtar ve azalar adı var geçersiz konumda bir garip durum
oluvermiş. Bu ülkede hiç kimse hiç kimsesiz hiçbir işlevi olmayan sürü haline gelivermiş. Yaşasın adaletsiz, hukuksuz adalet, yaşasın tek adam hâkimiyeti.