İnsanoğlunun dilinden düşürmediği alışagelmiş bir söz var, doğayla mücadele, doğaya karşı savaş, doğal felaketlere karşı önlem. Dünyanın çivisi çıktı, evet bu çiviyi insanoğlu çıkardı, Mevsimler şaşırdı, küresel ısınma, kuraklık derken, dünyanın sonuna geldik. Adana da aşırı bir yağış olunca, şehir ulaşımı, trafik bir birine giriyor. Adana deniz ortasında, sularda yüzen evlerle bir su şehrine dönüşüyor. […]
İnsanoğlunun dilinden düşürmediği alışagelmiş bir söz var, doğayla mücadele, doğaya karşı savaş, doğal felaketlere karşı önlem. Dünyanın çivisi çıktı, evet bu çiviyi insanoğlu çıkardı, Mevsimler şaşırdı, küresel ısınma, kuraklık derken, dünyanın sonuna geldik.
Adana da aşırı bir yağış olunca, şehir ulaşımı, trafik bir birine giriyor. Adana deniz ortasında, sularda yüzen evlerle bir su şehrine dönüşüyor. Çok bilmişiz ya hemen başlıyoruz, alt yapı yok yada eksik, kanalizasyonlar uygun değil, yollar dar, say sayabildiğin kadar. Bu sorun ülkenin bütün kentlerinde, çözümsüzlüğe uğramış büyük bir sorun. İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerin sorunu çok,çözümü ise hiç yok.
İstanbul başlı başına bir bela kent, trafik sorunu, dünyanın en iyi projesini de uygulasan çözülecek gibi değil. Kapitalizmin insanı, doğayı, ahlakı, kirlettiği gibi yaşamın her alanını da kirletiyor.
Kırsaldan koparıp, ucuz iş gücü yaratmak için, büyük kentlere doldurulan insanların sorunları, en akıllı ve en teknolojik gelişmelerle çözülemiyor.
Birinci dünya savaşında, ülke nüfusu, 13-14 milyonken, şimdi seksen milyonu aşmış durumda.İstanbul un nüfusu, 1914 yıllarında, yüz binler iken, şimdi yirmi beş milyon. Büyüdükçe sorunlarda büyüyor, büyürken bu sorunları düşünecek önlemler alınmıyor. Konut sorununu çözmek için, dağ, taş demeden her yere, ev ve inşaat yapılıyor.
Gelişmiş Avrupa ülkeleri, dengeli büyüyor, bilimsellik her yerlerine sinmiş, bilim adamlarının izin vermediği hiçbir şey yapılamıyor. Bizde ben yaptım oldu diye, yukardan ne söylenirse o aynen uygulanıyor. Paris gibi Avrupa’nın en eski ve en büyük kentlerinin, nüfusları elli yıldır, hemen, hemen aynı. Napolyon bugün çıkıp gelse, kendi evini hiç aramadan bulur deniliyor. Eski dokuyu koruyorlar, kentleşirken, geçmişlerine sahip çıkıp, saygıda kusur etmiyorlar.
Şimdi İstanbul un trafiği, Adananın yağmur yağınca, göle dönüşmesine ne diyeceğiz. İstanbulun trafiğini çözmek için, on tane daha, boğaz köprüsü yapılsa, on tane deniz altı geçişi yapılsa da çözülecek gibi değil.
Çözüm her şeyiyle doğaya uyumlu, dengeli büyüme. Köylerde ne kadar yağmur, fırtına olsa da, ne ortalıkta bir göl oluyor ne büyük sorun. Köyler büyümüyor, büyürken dereler, su yollarına kimse ev yapmıyor. Doğaya saygı duyup, doğayla savaşılmayacağını iyi biliyorlar. Doğanın canını sıkacak bir iş yapmaları kesinlikle yasak, bu yasak atalarından iyi bir miras. Ataları dağlardaki, derelerdeki ağaçları keserseniz, sel sizi silip süpürür, Irmaklara, Denizlere doldur, yapmayın demiş.
Köylerde yaşam, ataların izinden giderek, deneme, yanılma anlayışı ile bir gelenekle sürdürülüyor. Nüfusun büyümesini önleyecek önlemler almaz isen, su yollarını, dereleri, kıyıları betonla kapatıp, selin önünü kesersen, doğa affetmez. Büyümeyi büyük bir marifet sayarak, her şeyde fütursuzca büyüyerek, büyümenin yarattığı sorunları, çözecek çözümleri üretmez isen, doğa affetmez.
Bir de kanal İstanbul diye, ne olduğu ve ne olacağı bilinmeyen bir muammaya, balıklama atlarsan, geleceğin felaketini yaratmış olursun. Denizleri, Irmakları, toprakları ve doğayı, akılla, bilimle ve tarihin birikimiyle kullanmaz isen, doğa affetmez. Sen ne kadar gelişip, teknoloji, bilim ne kadar gelişirse gelişsin, doğayla savaşıp yenemezsin, yenilirsin, doğayla oynama.