Marksistler maddeye var olana inanır varoluşçudurlar yaratılışa inanmazlar. Materyalistler Bütün kâinatın kendi fiziksel bir oluşumla var olduğunu ve hiçbir yaratıcının yani Tanrının hiçbir şeyi yaratmadığına inanırlar. Her şeyin birbirleriyle ilişkili olduğu hiçbir maddenin ve olayın birbirlerinden bağımsız olmadığını, her şeyin birbirini etkileyip böylece bir bağlantısının olduğunu savunurlar. Diyalektik görüş bilimsel bir araştırma, analiz ve tetkikler […]
Marksistler maddeye var olana inanır varoluşçudurlar yaratılışa inanmazlar. Materyalistler Bütün kâinatın kendi fiziksel bir oluşumla var olduğunu ve hiçbir yaratıcının yani Tanrının hiçbir şeyi yaratmadığına inanırlar. Her şeyin birbirleriyle ilişkili olduğu hiçbir maddenin ve olayın birbirlerinden bağımsız olmadığını, her şeyin birbirini etkileyip böylece bir bağlantısının olduğunu savunurlar.
Diyalektik görüş bilimsel bir araştırma, analiz ve tetkikler sonucundaki bilimsel verilerdir. Her şeyin birbirine bağlı ve ilgili olup birbirlerini etkilediği hayatın bir gerçeği olarak yaşamın içinden örneklerle işi bağlayacağız.
Diyalektik açıdan bakınca AKP iktidarı kendi içinde bir tutarsızlık gösteren kendi söylemlerine karşı bir tutum içersindeler. Avrupa birliğine hızlı adımlarla koşarken, Ayasofya’yı Cami yapmış. Demokrasi İnsan hakları diye üst perdeden bağlama çalarken, Avrupa insan hakları hukukuna sen de kimsin diye yumruk gösteriliyor.
Yabancı sermaye gelsin de döviz ihtiyacımız karşılansın deyip, demokrasiyi, Hukuku ayaklar altına alıp Demirtaş ve Kavalayı hiçbir hukuken suç yokken beş-altı yıldır hapsedip içerde tutuyor.
İhracatı tavan yaptıracağız deyip Fabrikaların Elektrikleri kesilip üretim tamamen duruyor. Üretim yapacak sermaye ye özel Bankalara gitmeyin diyor, kamu Bankaları kredi musluklarını kapatıyor. Bir şiir okuduğu için ceza evine girdiğini her fırsatta söyleyip dertlenenler, Sedef Kabaşı bir Çerkes atasözü söyledi diye ne kadar yatacağı hiç bilinmeden hemen kodese atıyorlar.
Doktor, Mühendis ve gelişmiş beyinleri ülkede aç, işsiz bırakıp onlara uygun bir iş ortamı ve yaşam garantisi sağlamayıp, vatanı terk ediyorlar, vatansızlar diye beyin göçüne neden oluyorlar. Buğday, Ayçiçeği, Zeytin ekimlerini neredeyse yasaklar duruma getirip girdilerle üreticileri zarara sokup tarlaları boş bıraktırılıp, Ekmek ve Yağ ücretlerini fırlatarak halkın belini büküyorlar.
İşte bunların hepside Diyalektik olarak birbirlerine sıkı sıkıya bağlı, birbirlerine sıkı ilişkide olan Diyalektik bir perspektifle gözler önüne seriliyor. Demokrasi, İnsan hakları, Hukuki Adalet, şeffaflık ve özgürlükler olmaz ise. Güven olmaz, yabancı yatırımcı gelmez, döviz arzı bitmez, Dolar alır başını gider, pahalılık, enflasyon her gün yükselir, üretim artmaz ne olur işte tam bu durumda bir ülke ye dönersiniz. Bunları yıllardır herkes bu iktidara her gün Bilal e anlatır gibi anlatıyor ama o kibir, o yüksekten bakan gözler ne görüyor ne duyuyor ne de kulak asıyor. Artık herkes öyle korkuyor ki,
Gazeteci gerçekleri yazamıyor, bilim adamları hakikati söyleyemiyor, sanatçılar, Tiyatrocular o kadar malzeme varken acaba hakaret sayarlar mı diye korkularından bu rezillikleri işleyemiyorlar. İki, üç Üniversite bitirmiş yabancı dil bilen gerçekten eğitim düzeyi yüksek gençler kendilerini tatmin edecek bir ücretle iş bulamadıkları için Babalarının evlerinde akşama kadar oflayıp, puflayıp sıkıntıdan dert sahibi oluyorlar, kapılar açılsa hepsi yurt dışına kaçacak. Hiçbir neden yokken Bay Kemale çatıp, zillet ittifakına olmadık hakaretler edip, sanatçıların dili koparılır bir tehdit en üst perdeden çalıp çağrılıyor.
Açlık sınırı asgari ücretin üstünde 4 bin 5 bine TL ye dayanıp, yoksulluk sınırı 14 bin TL yi aşmışsa, bundan sonra çalışanın bir ev ve bir araba alma hayalleri bile suya düşmüşse kime ne diyeceksin. Bir eve ayda 500 bin lira giriyorsa o ev aç demektir, 15 bin tl den az giriyorsa yoksul demektir. Bütün gençler geleceklerinin kendi ülkelerinde son bulduğunu iyi bilip nasıl yabancı ülkelere gidebileceklerinin yolunu arıyorlar. Korku iklimi öyle sarmış ki iki kişi kendi aralarında fısıltıyla bile konuşurken etraflarına bakmadan ağızlarını açamıyorlar. Ama yinede insanların içinde ki o umut yaşasın hiç son bulmasın istiyorum, umutsuzluk en kötü derttir ki çaresiz bir yok oluşun derdidir.