RIZA ŞEHRİ

Toplumların geçmiş yaşamları egemenler tarafından ellerinden alınıp, egemenlerin o topluma dayattıkları yaşamı o topluma bir zulüm olur. Geçmiş yaşamlarını yeniden kurma hayalleri bütün toplum bireylerinde ve o toplumun bilgelerinde yeniden dillendirilip zenginleştirilerek yeniden şekillendirilip kendi içlerinde var edilmesi düşlenir. Bu hayal bütün toplumun yaşam rüyası, geleceklerinin en güzel Cenneti gibi günden güne içlerinde büyüyerek gelişir. […]

Yayınlama: 30.04.2021
A+
A-

Toplumların geçmiş yaşamları egemenler tarafından ellerinden alınıp, egemenlerin o topluma dayattıkları yaşamı o topluma bir zulüm olur. Geçmiş yaşamlarını yeniden kurma hayalleri bütün toplum bireylerinde ve o toplumun bilgelerinde yeniden dillendirilip zenginleştirilerek yeniden şekillendirilip kendi içlerinde var edilmesi düşlenir.

Bu hayal bütün toplumun yaşam rüyası, geleceklerinin en güzel Cenneti gibi günden güne içlerinde büyüyerek gelişir. Bu hayali kendi içlerinde az da olsa o zulüm içinde bile yaşamaya çalışırlar. Alevilerin en büyük hayali olan Rıza Şehrini kısaca aşağıda sunmaya çalışacağım.
Rıza Şehri hikâyesi [ Ölüm. 765] İmam Cafer Buyruğu olarak bilinen kitapta resmedilmiştir. Buyruk Alevilerin yaşam ilkelerini yani bir anlamda anayasaları yol kuralları olan el kitaplarıdır. Alevilerce en çok okunan kitaptır, bir anlamda Kur anlarıdır. Buyruktaki yol ilkeleri ve Rıza Şehri fikriyatı bilim çevrelerinde kesinlikle İmam Cafere ait olmadığı görüşü hâkimdir. Prof Fuat Bozkurt bu hikayenin Şah İsmail’in büyük dedesi Şey Safiye ait olduğu görüşünde. Şeyh Safi Buyruğu diye bir kitabı Ayyıldız yayınları sahibi olarak Bektaş Ayyıldız 1994 yılında ilk baskısını yapmış. Bu kitabı Sivas Yıldızeli Davulalan köyünden İmam Zeynel Abidin soyundan olduğunu söyleyen Alişan Kızılgöz dededen alıp Mustafa Erbay Türkçeye çevirip yayınlanmış.

Anadolu’nun bütün Alevi köylerine Alevi dedeleri ve bilgeleri tarafından Rıza şehri hikâyesi ve hayali anlatılır. Rıza Şehri gibi hikayeler Horasan kültüründe de var. Mazdek Karmati, Babek Hürremi gibi mal mülk ortaklığı ve ortak yaşamı savunan düşünceler mevcut. Abbasilerin yarattığı güvensizlik ortamında erdemlilik ölçüleriyle güven veren Fütüvvet ocakları kurulmuş. [Fütüvvet. Yiğitler ocağı, delikanlılar yatağı, Farsçada civanmerdi anlamında] İhvan-ül Safa Risalelerinde Fazilet toplumundan bahsediliyor, Rıza Şehri gibi ortak yaşamı savunan arınmış kardeşler ve vefalı dostlar, bedenleri ayrı ruhları birdir diyor. Buyruğun tam olarak kimin olduğu kesin bilinmemekle birlikte ilk söz edenlerden, Prof Mehmet Fuat Köprülü esas adının Menakıbı Evliya olduğunu söylüyor.

Abdulbaki Gölpınarlı en sağlam bilgileri verip Şah Tahmasab zamanında [ 1576] Bıstami adlı biri, Menakıb-ül Esrar Behcet-ül Ahar adlı kitabı yazdığı bilgisini veriyor. Yeni yazı ile ilk baskısı hiç değiştirilmeden Sefer Aytekin tarafından [ 1958] Ankara’da basılmış. Hasan Ayyıldız 1962 yılında biraz anlaşılır biçimde yayınlıyor. Abdurrahman Yılmaz Rıza  Şehri hikayesi de içinde olan Tahtacılarda gelenekler adlı kitabında 1948 yılında basıyor. Fuat Bozkurt da 1982 yılında Buyruk u yayına sunuyor.

Bir dünyalı dünyayı gezmek için yola çıkar, uzun bir yolculuktan sonra bir Şehre uğrar. Bu Şehir biraz gariptir, herkes birbirine saygılı, işinde gücünde olan insanlar bir sessizlik içindedirler. Dünyalı merakla Şehri gezmeye başlar, yolun karşısında bir Fırın görüp karnını doyurmak için bir ekmek ister. Fırıncı ekmeği verir dünyalı Fırıncıya para uzatınca, fırıncı sen ne yapıyorsun bu parada nereden çıktı diye dünyalıya çıkışır. Fırıncı biz bu parayı kaldırmak için ne mücadeleler verdik sen dünyalı olmalısın yabacısın, seni ulular meclisine götürmeliyiz der. Dünyalı şaşkın bir şekilde
görevlilerce ulular meclisine götürülür. Dünyalı büyük bir Saray beklerken küçük bir yapıdan içeri girerler. İçerde basit kilimlerin üzerinde bağdaş kurmuş oturan ak sakallı insanların karşısına çıkar. Meclistekiler görevlilere bu dünyalıyı önce Aş evine götürüp karnını doyurun, sonra konuk evine yerleştirin diyerek dünyalıyı kapıdan çıkarırlar. Dünyalı kabul ederseniz ben bu Şehirde kalmak istiyorum der? Görevliler burası Rızalık esasına dayalı bir Şehirdir bizim kurallarımıza aynen uyarsan, ulular meclisi kabul ederse kalırsın derler.

Dünyalının şehirde kalması uygun bulunur ve şehirde gezmeye başlar. Dünyalı artık bu şehirde kalmaya karar verir ve görevlilere ben evlenmek istiyorum bu iş nasıl oluyor bu şehirde der? Şehrin ortasında güzel bir park var, her Cuma günü oraya evlenmek arkadaş edinmek isteyenler gelir, sen oraya git derler. Dünyalı parka gider ki Cennet bahçesi gibi cıvıl, cıvıl, gençler Kızlar Erkekler Kadınlar iç açıcı güzel bir yer. Gezer dolaşır, yanına bir Kadın yaklaşır konuşmaya başlarlar. Kadın sen dünyalısın galiba bizim şehrimize yabancısın der. Dünyalı evet ama ulular meclisi bu şehirde kalmamı kabul etti der. Her Cuma kadınla dünyalı buluşurlar, yine bir Cuma Kadınla buluşmaya giderken bir hediye götürmek ister. Yolun kenarında bir Nar bahçesi görür, bu bahçenin ne kapısı ne duvarı ne de bir korunağı yoktur. Dünyalı kimse görmesin diye aceleyle bahçeye girip birkaç tane Nar alırken ağacın dallarını kırar. Dünyalı her Cuma oturdukları yere oturup masanın üzerine Narları koyup bekler. Kadın gelir ve hiç oralı olmaz, dünyalı bu Narları senin için getirdim der. Kadın gördüm bana bir tane Nar yeterdi, neden bu kadar fazla Nar topladın burada başkalarının da hakkı var der? Kadın hem sen bu Narları toplarken ağaçlara zarar vermişsin, bu ağaçların buna rızalığı olur mu? Benim buna hiç rızalığım olmadı, senin ağacın dallarını kırdığını bana söylediler, sen bu şehirde kalamazsın seninle birlikte olamam der ve kalkar gider.

Bu şehirde her şey rızalıkla olur herkesi n rızalığını almadan hiçbir iş yapılmaz. Hiç kimsenin özel bir mülkiyeti yoktur bu şehirde. Herkes her konuda eşittir, zengin, fakir, Kadın, Erkek diye hiçbir konuda bir farklılık gözetilmez. Kim ne iş yaparsa, kimin ne becerisi, mesleği varsa herkes kendi işini kendine yapıyormuş gibi içten samimi yapar. Kimin ne ihtiyacı varsa bütün ihtiyaç mallarını hiçbir maddi karşılık vermeden alır. Malı mala canı cana katmış çokluğun birliği olmuş bir şehir hayatıdır bu şehir.

Kişinin kendi ile rızalığı, toplumla rızalığı ve tarikatla[ yol] rızalığı olmalıdır. Kendisiyle barışık,kendi özünü dara çekebilen , eksiğini yanlışını açıktan söyleyebilen yani kendini bilen insandır. Yeryüzü bir uğraş alanı, secde bir aynadır, kişi her an o aynada kendini görüp, topluma da olduğu gibi görünmelidir. Bir kişi içinde bulunduğu toplumdan, toplumda o kişiden razı olmalıdır. Bu yola giren rıza ile girer hiçbir zorlama olmaz. Rızasız lokma yiyen asidir ve bu toplumda hiçbir zaman yeri yoktur. Hak yiyen, cana kıyan Yezittir, yüzü kara, yol uğrusudur, onun lokması çiğdir yenilmez. Selam alıp selam verilmez, işine yardım edilip, ateş alıp, ateş verilmez, ondan uzak olmak hayırlara vesiledir. Onu gören gözler kör,duyan kulaklar sağırdır, ondan sakınmak gerekir.

16 yy Thomas Morenin ünlü Ütopyasında Köleler vardır, Rıza Şehrinde ne köle nede köle sahibi kesinlikle yoktur. Marksın Ütopyadan çok etkilenip Komünizmi yazdığı söylenir. Marks Rıza şehrini bilse idi acaba neler yazardı çok merak ediyorum. Haftaya İLKGÜN Gazetesinde ve ilkgunhaber.com ‘da görüşmek dileğiyle hoşca ve dostca kalın…

Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.