KAMBER HOCA

Bu adam benim babam, adam gibi adam. Adı Kanber Hoca, benim babamın, hayıtında hiç boş zamanı olmadı, hep çalıştı. Elleri kazma, avuçları kocaman bir kürek gibi, koca, koca dağları devirirdi. Kayaları demir keskisiyle yontar, onlara şekil verir, ay yıldız yapıp sulara oluklar yapardı. Çamur karar, kerpiç döker, taş duvar örerdi. Hiç yoruldum yeter gayrı, benden […]

Yayınlama: 26.04.2021
A+
A-

Bu adam benim babam, adam gibi adam. Adı Kanber Hoca, benim babamın, hayıtında hiç boş zamanı olmadı, hep çalıştı. Elleri kazma, avuçları kocaman bir kürek gibi, koca, koca dağları devirirdi. Kayaları demir keskisiyle yontar, onlara şekil verir, ay yıldız yapıp sulara oluklar yapardı. Çamur karar, kerpiç döker, taş duvar örerdi. Hiç yoruldum yeter gayrı, benden bu gadder çalışmıyorum artık dediğini hiç duymadık.

İşi ne kadar zor olursa olsun hiç kimseden yardım istemez, kendi gücüyle yapmaya çalışırdı. Çok kıvrak bir zekâya sahip değildi, bazı işleri hiçbir işe yaramaz, hiçbir şeye benzemezdi ama onun için günlerce çalışırdı. Hiç kimsenin özelliklede benim hiç hoşlanmadığım şeylere bayılır, onlarla oyalanırdı. Eski, kırık, modası geçmiş şeylerin düşkünüydü, Adana da Bit Pazarından gelmez.

Nerede işe yaramaz bir şey varsa, o günkü yövmiyesini hiç acımadan ona verir muhakkak alırdı. Eski Radyolar,Saatler, kilitler, Firek, tac, tabak vs. Adana da ki evimiz eskici dükkânı gibiydi. Ben çok gıcık olurdum. Bu cıncık, boncuk şeylere, kimse görmeden, boş tarlaya atardım. Köye bir yabancı, Çerçi gelse, onun başında bekler, kalan malların en kötüsünü ve bozulmuşlarını seçerek satın alır, sonrada o yabancıyı eve götürür yemek yedirmeden göndermezdi.

Misafiri çok severdi, bir düğün, cenaze vs olduğunda bir gurüh insanı haydi bu gurup doğru bizim haneye diye eve götürür, en güzel şekilde ikramlardı. Hayatta hiç içki içmedi, biz içerdik ses etmezdi, hatta sofraya, meze bile getirirdi. Adam gibi içene
helal, zırvalayana haram, ben içeni severim derdi, içkiyi büyük bir zevkle içen eşi Navruz hanımdı.

Yemek yemeyi çok sever, hele, hele de tereyağlı bulgur pilavına bayılır, yufkayla koca bir banak yapıp bir tencereye benim demezdi. Ölene kadar elinden kitabı düşmedi, köyde devletin okulu yokken, köyün tuttuğu hocadan öğrenmiş, okuma yazmayı. Hem Osmanlıcayı bilir, hemde iyi okur, hemde yeni yazı dediği elifbayı okurdu. Hocasından öğrendiğini, köyde okuma yazma bilmeyenlere öğreterek o da hocalık yapmıştı. Bundan dolayı da Hoca lakabını almış, alnının akıyla taşımıştı, bu lakabı, ölene kadar sürdürdü. 

Kendine yakışmayanı tövbe yapmazdı, hiçbir şey için ve hiç bir kimse için tövbeler tövbesi katiyen yalan söylemez, böyle boklu işlere bulaşmazdı. Her ne olursa olsun, Kamber hoca böyle diyor diyenlere kimse hayır diyemezdi, onun sözü senet hatta ayet yerinede geçerdi. Çok konuşmazdı, hele, hele de laf anlamaz, söz dinlemez cahülü nadanın yanında, yöresinde durmaz,
cevap bile vermezdi. Müthiş bir belleği, keskin bir hafızası vardı. Yanında konuşanlara hiç bakmaz, söylenenleri hiç dinlemez gibi yapar, önemsemez, oralı bile olmazdı. O kendi halinde ya bir kitap okur, ya da başka bir şeyle meşgul olurdu. Ama yanında konuşan birisi, bir yanlış kelime ederse, ya da türkü söyleyen yanlış söylerse, yooo o öyle değil, doğrusu şudur diye doğrusunu söyleyip düzeltirdi.
Ağzından kötü yanlış bir söz, nede küfür kesinlikle çıkmazdı, ne kimseyi incitir, ne küstürür, nede kırardı. Çok sinirlenince senin geçmişini der, oradan sıvışırdı. Birilerinin kötü sözüne de aldırmazdı,zaten iyi olsa kötüyü demez derdi. Kötülere bile iyilikten başka bir şey yapmazdı, elinden de gelmezdi zaten. Ne bir canlıya kötülük, onun fıtratında yoktu kötülük yapana da hiç tahammülü de yoktu. Ne bir evi, ne bir arabası, nede parası hiç olmadı, onun öyle bir derdi valla hiç mi hiç yoktu. Öldüğü yıl
emekliliğini hak ettiğini, bağ-kurlu olduğunu yıllar sonra öğrendik. Kimseye borçlanmayı hiç istemezdi o borç ona her gün, ağırlaşan bir yük olurdu. Kim ne isterse verir, veren olursa alır, vermeyenden tövbe istemezdi, Anam hatırlatınca kıpkırmızı kesilir oradan toz olurdu.

Hayatı cittiye alır, kendisiyle de her kim olursa olsun herkesle dalgasını geçer patlatırdı bombayı. Onun lafları Nasrettin Hocanın
sözleri gibi köy, köy dillerde gezerdi. Yalancıyı, arsızı, hırsızı bir de iftiracıyı, hiç hazzetmez, onlara şiirler düzer, el âleme rezil, rüsva ederdi. En güzel esprileri o yapar, şakanın kralı ondan çıkar, gülmeyeni ağlatana gadder güldürürdü. Hiçbir sözün altında kalmaz hazır cevap, lafı tam gediğine koyar, ona ters laf edenin, vay gele başına. Yediği herze leyi bir daha hiç yemeyecek kadar doyururdu.

Ön yargısı, kini, nefreti olmazdı. Onun karşısında herkes, sütten çıkmış kaşık gibi tertemiz berraktı,önce onu iyice tartar, ölçer, biçer hesabını keserdi. Görmediğine inanmaz, duymadığına kanmaz, kimsenin boş laflarına aldanmazdı. Benim iç dünyamda yok ama eğer Cennet diye bir yer varsa eğer, sorgusuz, sualsiz zebanilerle dalgasını geçerek içeri giren, tek insan o olur derim. Eğer ben yanılmışımda var ise Cennet, oda orada yok ise, hakkı kesin yemiştir derim billâh. O yine kimseye kızmadığı gibi, yaratanına da kızmaz, sadece canı sağ olsun derdi, başka bir şey demezdi.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.