Hz. Meryemin yansıması Meyro

​​ Kılıççılı Agahi baba devletin vergi memuru olarak çalışan çok ünlü bir halk ozanıdır. Kız ve Erkek çocuklarını hiç ayırmadan okutup Rüştiyeyi bitirirler. Agahi Babanın ailesi Moroz Kahyagil her konuda köylüden ileri elit insanlardır. Yemeleri, içmeleri, oturup kalkmaları ve aile düzenleri o günün köy yaşantısına ve köylülüğe hiç benzemez. 1904 yıllarıdır, Her ay Sivas’tan gazetesi […]

Yayınlama: 23.09.2021
A+
A-

​​ Kılıççılı Agahi baba devletin vergi memuru olarak çalışan çok ünlü bir halk ozanıdır. Kız ve Erkek çocuklarını hiç ayırmadan okutup Rüştiyeyi bitirirler. Agahi Babanın ailesi Moroz Kahyagil her konuda köylüden ileri elit insanlardır. Yemeleri, içmeleri, oturup kalkmaları ve aile düzenleri o günün köy yaşantısına ve köylülüğe hiç benzemez. 1904 yıllarıdır, Her ay Sivas’tan gazetesi gelir o gazeteyi köylülerine ve çevresine okur.

Agahi Baba Kerim Ali Baba tekkesinde müthiş bir eğitim görüp zamanın Sivas Valisi ve mülkü amirleriyle sıkı dostluğu olan bir bilgedir. Üç kızıda babasının yanında Babasının ve ailenin bütün birikimini özümsemiş okuma, yazma bilen farklılıkları her yerde belli olan insanlardır. Kızlarını köyün en belirgin o günün koşullarında baş ev diye tabir edilen ailelerin çocuklarıyla evlendirir.
​Zehra[ Zöhre] kızı İlyashacı köyünden hali vakti yerinde yol bilen, kapısı açık gölgesi olan birine gelin eder. Yedi kız bir Erkek çocuğu olan Zöhre çocuklarını kış olduğunda Ahırdaki sekide Babasından öğrendiği bütün bilgileri çocuklarına öğretir. Oğlu Bektaş saz çalıp dedesinin deyiş ve türkülerini dedesi gibi yüksek sesten söylemeye başlar.

1940 yıllarının kurak, kıtlık ve savaştan çıkmış yorgun bir ülkenin savaş eşiğindeki dünyada savaştan köşe, bucak kaçan bir idaresindedir. Zöhrenin Kızları ve oğlu her gün sekide beraber deyişler söyleyip semah dönerler. İçlerinde ortancıl olanı Meryem en sevimlileri, en nazlı olanı ve en zekilerinden biridir.

Meryem 15-16 yaşına geldiğinde ailesi ve çevresinde bir güneş gibi parlayan hemen fark edilen insanın içine işleyip ısıtan bir güzellik taşımaktadır. İnce, uzun boyuyla ak yüzlü bir Sülünü andıran duruşuyla, Keklik gibi yürüyüşle görenler bir daha görmek isteyip durup Meryemin arkasından baka kalırlar. Günden güne Meryem bütün köyün dilinde dillendirilirken kısaca ona Meyro derler. Meyrodaki ses, meyrodaki eda, yüz güzelliği ve masumiyetiyle Hz. Meryemin bir yansımasıdır sanki.
​İlyashacı köyü Emleğin en ünlü Cemlerinin yapıldığı her Ceminin aylarca konuşulduğu muhabbetin tadına doyulmadığı bilge yol erenlerinin köydür. Köyde Cemde Meyro kırklar meydanına oturtulup sekiz âşıkla birlikte Turna avazlı sesiyle bütün Cem erenlerini derinden etkileyip adeta büyüler.

Meyro Semaha çıkınca bütün Semah dönenler Meryoya baka kalıp kenara çekilirler ki Meyro Semahını rahat dönsün kendileri de Meyroyu doya, doya seyredip onun gibi dönmeyi öğrensinler diye. Meyronun deyişlerini dinleyip Semahını seyreden başka köylerden gelen Cem erenleri, gittikleri bütün köylerde Meyroyu anlatırlar.

Köyde ne zaman Cem olsa uzak köylerden Meyronun hayranları köye dolarlar. Köyün en büyük evini Cem evi olarak düzenleseler de Cem evi artık Cem erenlerini almaz olup, herkes tıkış, tıkış otururlar. Cemde elinde uzun asasıyla ayakta gözlekçi olan Meyronun Babası kızının Turna avazlı sesine Keklik gibi gaydalayışına dalıp Cemdeki o sessizliğin içinde bir duygu seliyle akıp gider.Meyro Turnaların semah dönüşü gibi kırklar meydanında öyle kusursuz, öyle süzülerek döner ki sanki gökyüzünde uçarcasına bir halde izleyenleri aşka getirir.

​Meyro dedesi Agahi Babanın İkinci eşi olan uzak bir köye akrabalarına gelin gider. Adıyaman [ şimdiki adı Bağlar arası] Meyronun eşi ailenin Koyun çobanı olduğundan kendi bacıları kardeşleri için, bir cahile dağ adamına gitti diye çok üzülürler.

Meyro çok nazik, ince ve çok titiz, temizlik düşkünü birisidir. Vardığı aile büyük bir aile olduğundan Meyro onlara pek ayak uyduramaz. Eşiyle Meyro birbirlerine çabuk ısınıp birbirlerini severler. Meyronun eşi Meyroya çok düşkün yakışıklı anlayışlı bir gençtir.

Meyronun eşi her gün dağlarda koyun gütmeye gider, Meyro içinden çıkılmaz evin ağır işiyle cebelleşip durur. Meyro gelin gittiği köyde kendi köyündeki o neşeli ve renkli dünyayı bir türlü bulamaz. Çünkü köyde sadece kendi gelin olduğu aile alevidir, köyün bütünü Sünni insanların çoğunlukta yaşadığı bir köydür. Meyro geçmişteki o güzel günlerini bir daha yaşayamayacağını, bir daha deyiş söyleyip semah dönemeyeceğini anlamıştır. Çünkü köylerinde tek ev olan ailenin tek başlarına Cem cemaatı toplayıp Meyronun özlemlerinin giderileceği koşullar o köyde yoktur. Muhabbetsiz, neşesiz, deyişsiz ve semahsız bir dünya Meyro için boş ve gereksiz bir dünyadır artık.
​Meyro bu zor hayatın karşısında çok çabalasa da büyük bir çıkmaz içine girip, sessiz bir dünya içinde kendini bulur. Her zaman Allahım bana bir oğlan çocuğu ver, üç gün koynumda yatıyım onun kokusunu alayım ona üç gün doya, doya sarılayım sonrada elimden al diye dua eder.

Meyro bu düşüncelerle günlerini geçirirken içindeki gazeller solmaya, hüzünleri o yüzündeki ay yüzüne yansımaya başlar. Meyronun midesi bulanır başı döner, canı başka tatlara yiyeceklere aş verir. Meyro içten içe yanan bir kor, alev gibi dumanı çıkmayan bir baca gibi dumansız yanmaya başlar.

Meyronun ağrısı tutar ve nur topu gibi bir Erkek çocuğu olur. Meyro çocuğuyla üç gün aynı yatakta, yemeden, içmeden yavrusuna sarılıp doya, doya yatar. Üç gün sonra Meyronun çocuğu Annesinin isteğine uyar gibi bu dünyadan bir kuş olup uçar gider.

Meyro bunun üstüne bir yavru acısıyla, hayata küsmüş dünyadan el çekmiş yeni bir dünya yolculuğuna çıkacak gibi yataklara düşer. Meyronun bir kapı komşusu Kadın vardır ki o Kadın Meyroyu kendi Kızı gibi sevip sahiplenir. Sadece komşusuyla dertleşip derdini ona döker komşusuyla dert ortağı olurlar.

Komşusu Meyroyu nasıl ederse Sivas’a bir Doktora götürür. Doktor Meyroyu muayene eder komşusuna bu güzel Kadın yapraklar dökülüp hazan vurup kuruyunca ölür der.  Meyro geri köyüne evine gelir ama o eski Meyrodan bir eser belirti yoktur. Meyro günden, güne eriyip bir buz dağı gibi yavaş, yavaş erimeye başlar. Meyro Sonbaharın tamda güz dediği yeşillin solup, yaprakların kuruyup döküldüğü soğukların başladığı bir günde o da bu dünyadan güneşin battığı gibi başka bir dünyaya göçüp gider.
​Meyronun eşi başka bir kadınla evlenir çocukları olur ama Meyroyu hiç unutamaz. Meyronun kardeşi âşık Bektaş ı sık, sık ziyaret edip, kendi köylerine götürerek çocuklarına bu adam sizin dayınızdır diye tanıtır. Âşık Bektaş da her zaman Meyronun çocuklarını yeğenleri gibi bilip onları sever ve evinde bizim Meyronun çocukları diye anlatır.

Meyro bacılarının, sevenlerinin ve deyişlerini dinleyip semahını seyredenlerin gönlünde hiç eskimeden yaşar. Meyro temiz ve sadeliğiyle, titiz ve masumiyetiyle güneş gibi parlayıp, bir Ay parçası gibi sevenlerin gözlerinde bir ışık parçası gibi parlayıp durur.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.