Hayat; taşınması en ağır yüktür… Yaşadığı acılardan, hayal kırıklıklarından, küskünlüklerden, sorunlardan yorulan insan bu yükü taşımakta zorlanır… Umutlarının köreldiği, gelecekle ilgili düşüncelerinin tıkandığı noktada; hayat artık taşınmaz hale gelir… Son yıllarda ekonomik-sosyal-kültürel ve siyasi alanda toplum olarak çıkmaz sokağa girdik. Tünelin ucunda ışık görünmüyor… Yaşama ağrısı boynumuza asıldı! Herşey birbirine girmiş durumda. Grift ve çapraşık… […]
Hayat; taşınması en ağır yüktür…
Yaşadığı acılardan, hayal kırıklıklarından, küskünlüklerden,
sorunlardan yorulan insan bu yükü taşımakta zorlanır…
Umutlarının köreldiği, gelecekle ilgili düşüncelerinin tıkandığı
noktada; hayat artık taşınmaz hale gelir…
Son yıllarda ekonomik-sosyal-kültürel ve siyasi alanda toplum olarak
çıkmaz sokağa girdik. Tünelin ucunda ışık görünmüyor…
Yaşama ağrısı boynumuza asıldı!
Herşey birbirine girmiş durumda.
Grift ve çapraşık… Adeta içinden çıkılamaz halde…
Bu noktaya nasıl geldik?
Toplum veya kişisel olarak nerede hata yaptık?
Sorgulamıyoruz, çözüm aramıyoruz…
Sorunların tesbitini bile tam olarak yapamıyor, analiz edemiyoruz…
Sadece günü kurtarma odaklı yaşama tutunmaya çabalıyoruz.
Uçurumun eşiğinde adeta birbirimizin ayağından çekiyoruz.
Topluca imhaya doğru…
***
Açlık, sefalet, yoksulluk dizboyu…
Sokaktaki insanların gözlerindeki fer sönmüş durumda…
Hayata ve herşeye bomboş bakıyor insanlar…
Umutsuz, çaresiz…
Dertler katar, çareler ise tek tük istasyon…
Acısının çaresini bulamayan, en yakınlarından darbe yiyen,
evladından-eşinden yüz çevrilen biçare durumdaki bir çok insan;
yanımızda-yöremizde sürgit bir hayatı yaşamaya, bu yükü çekmeye
çabalıyor.
Ancak içine girdiği ruhi bunalımı atlatamayan; hiç ummadığı en
yakınından darbe yiyen, ataşını dolaşmakla söndüremeyenlerin intihar
girişimlerine artık sıkça rastlar olduk.
Dün de işte böyle bir olaya şahit oldum.
Hiç tanımadığım, 30 metre ötemde yaşadığını bile bilmediğim, yüzünü
hiç görmediğim bir insan; taşınmaz hale gelen hayatından vazgeçti…
Apartmanın en tepesine çıkıp çığlık bile atmadan kendini boşluğa
bırakırken; kimbilir ne düşünüyordu? Çaresizlik girdabında
sürüklenirken; ölümün çare olacağını nasıl düşünebilmişti?
***
Yerde upuzun yatıyor, etrafındaki insanlar ise boş gözlerle yerde
yatan insana bakıyordu.
Herkes sus-pus olmuştu.
Olay Yeri Polisi’nin yaptığı çalışmaları sessizce izliyordu.
Birbirlerine soruyorlardı; derdi neydi, niye intihar etmişti?
Yaşarken belki de bu kadar ilgili değillerdi!
Belki yanlarından geçerken, derdi varken, sessizce ağlarken, acısını
içine gömüp ağır yaşam yükünü çekmeye çalışırken hiç bu kadar ilgili
olmamışlardı!
Evet hergün yanımızdan onlarca insan geçiyor. Bakıyor ama görmüyoruz!
En yakınlarımızın içinde bulunduğu durumu, düşüncelerini, yaşamsal
sorunlarını bilmek ve anlamak da istemiyoruz… Artık insanlar
birbirlerinden uzaklaştı…
Bireysellik ve kişisel küçük menfaatler ön plana çıktı…
Mevcut sistem; insan olmanın erdemlerini yozlaştırdı…
Sosyalleşmelerini engellemek için her şeyi yaptı…
Yoz kültürle insanlığından uzaklaştırdı…
Aç ve eğitimsiz bırakarak sadaka kültürünü yerleştirdi… Toplumu zehirledi…
Artık insanlar taşınması en ağır yük olan yaşamından vazgeçer hale geldi…
***
Geride kalanları acılara garkederek; yaşamları boyunca suçlu
hissetmelerini sağlayarak, kendi acısına son veren bu kadın; son anda
ne düşünmüştü!
Havada asılı olduğu saliselerde; yaşama yeniden tutunmak istemiş miydi?
Son anda pişman olmuş muydu?
Kafamda yanıtsız kalan deli sorularla sabahı zor ettim!
Amaçsız yaşamlardan insanlar ne kadar çabuk vazgeçebiliyor!
Şimdi daha iyi anlıyorum…
Dün; hemen yanıbaşımda 10 metre ötemde yerde yatan bu çaresiz ve
ölümün kollarına atlayan kadını gördüğümde, kendimi zor tuttum.
Görmediğim, tanımadığım gencecik bir insanın yerde hareketsiz yatışı
ve etrafındaki insanların duygusuz ve sistematik bir şekilde işlerini
yapma çabalarını izledim… Sessizce ağlayarak…
Uykusuz gecemde; hep o kadını ve O’nu intihara sürükleyen sebepleri düşündüm…
Göz pınarlarımın vanası açık kalmıştı…
Ağlıyordum ama yaşama küsen milyonları da düşünerek…
Yaşlandım mı ne?
Bu duygusallık da niye?
Of of of ki of!…